Eski Bir Yol Halinden Kalan Kısa Öyküsüyle ‘Usulca’.
“Usulca” çalıyor. Benimse gözüm yolda. Yol içimde. “Ateşim dumansız, arayışlarda.” Yola bakıyorum. Israrla. Çizgiler kesik kesik. Hız bekçisi yol çizgileri bana sadece bazı boşlukları çağrıştırıyor.
Bir şeylerle rekabet ediyoruz, o kesin.
Fırlatılıp atıldık ya bir kere,
bu kabuk ne zaman çatlarsa o zaman
düşeceğiz içine gayyanın.
Bu boşlukları kimler koyuyor diye soramıyoruz. Bunun için fazla gelişigüzeliz. Nedensiz olanların bir kısmı geride kaldı, bekliyor. Bu şarkıda yılların hipnozu bölünüyor.
Vedat Sakman bu albümü çıkardığında yıl 2002’ymiş. Şarkının öyküsü ise Ali Haydar ile Hanım’ın aşkında başlamış. Üstat öyle etkilenmiş ki aralarındaki aşkın o ilk belirdiği andan, besteleyivermiş o da şarkıyı usulca.
Bendeki duygusuysa pek bir mahşer yeri, çokça katastrofik. Arayışlar, hastalıklar, yorgunluklar, kara kışlar ile birlikte gelen kasvet kabullenircesine bırakıyor o cümleyi: “Ve zaman akışta.” Kadife bir keder kaplıyor sessizliği. Sessizlik duyuluyor. Kabullenişin sesi. Zaten aşk da fecaat içinde bırakır insanı kimi zaman. Yağmur bulutlarını sırtında taşımak gibi. Fırtına da patlar, güneş de çıkar. Olağan kıyametler kopar.
Vedat Sakman’ın sesine Zuhal Olcay ile ulaştım diyebilirim. 90’larda “Yalnızlığım”, Olcay’ın kalın kadife perdelerin arasından fışkıran gün ışığı sesiyle tanışmam için fazla loş bir şarkı belki ama kafa karışıklığına ekseriyetle iyi geliyordu erken gençliğimin. Ve tabi ki “İlla”! Leman Sam’ın saçları gibi ipekti sesi de. Sanki yaraların dile gelişiydi o şarkı. Annemin şarkısı.
“O albüm Sakman’la efsaneleşmiş” gibi, iddialı olmasından çok ürktüğüm bir cümle kurmamış olmak için çok geç. “Neyse”, “Kandilli”, “Deli Kuş” hep orada. “Kandilli” aynı zamanda bu yazıda bahsini geçirdiğim İkinci Bahar’ın da jenerik müziği. Televizyon izlerken anlam biriktirebildiğimiz yıllar. Güzel diziler, güzel insanlar…
Meğer çok öncesinde esmiş Kavak Yelleri yine Leman Sam ile ve “Adam sen de! Keyfimiz yerinde!” diye haykırmanın çok hoşuma gittiği o yıllar, yine benim Vedat Sakman’lı yıllarımmış. Ve “Süreyya”
İki Çift Laf albümü. Ve yakamıza (iyi ki) yapışan 90’larda, Zuhal Olcay’ın “Yeditepe İstanbul” macerasından çok önce derdime işlediği zamanlar. Sanki şarkılar onun sesinde bir çilingir sofrası. Histeri bir “iyi ki” duygusu, bazı şarkıları ondan dinlerken. İhanet albümünden Atilla İlhan’ın “Ayrılık Sevdaya Dahil”i misal; o “Çünkü ayrılık da…” serzenişi, frenlenen çığlıklar, yanı sıra o sesindeki teselli yaz rüzgârıyla havalanan perdeler gibi. Ve pek tabii Vedat Sakman’ın duhulü tam bir hemdem olma bence şiirdeki duyguyla. Bu şiirin hal-i pür melali mi, uçuşup duran anlamı mı daha ağır basıyor, bunu düşünüyor insan.
Ankara’da kim âşık oldu bizim ailede bilmiyorum ama Zuhal Olcay’ı belki de en çok o şarkıyla sevmemde bizimkilerin ve o zamanki TRT’nin payı büyük. Bizim evde sık sık çalar, söylenirdi. O şarkıda Ankara’yı merak ettim, kemanın hüzne yakıştığını anladım ve âşık olmak fiilinin bir şarkıya nasıl ait olabileceğini fark ettim. Meğer çok önce söylemiş bu şarkıyı Vedat Abimiz “Sevgileri Unutmadık” albümünde. Çok sonra öğrendim.
Birlikte çalıştığı onca müzisyene, sanatçıya ilhamını geçirmiş bir emektar Vedat Sakman. Nice düzenlemeler, albümler ile film, dizi, reklam ve tiyatro müzikleri var onun elinden çıkan. Ben burada “Usulca”nın eski bir yol halinden bana kalan kısa öyküsünü anlattım. Şarkılar bazen bizdeki öyküleri kadar, bazen çok daha fazlası. Bazı şarkılar yollarda değneğimiz ve boşluklarda salıncağımız.